Yazarlar Kadir ÖzkayaOrada Olmak...23 Ekim… Günlerden Pazar
Sabah hava aydınlanıyor yavaş yavaş, İstanbul henüz uyuyor. Bizlerden mazereti olanlar hariç herkes yollarda, koruya ulaşmak için. Sabah ezanı henüz duyulmadı. Bu saatte yola çıkıp koruya koşmak, sadece hiç istemediğimiz o gün geldiğinde hazır olmak için. Gönülden… Üç yıldır bu takımı ayakta tutuyoruz, bizleri bir türlü anlamayıp, gereksiz bulanlara inat. Pazar sabahı hava aydınlanmadan o gün herkes koruda, erkenden çalışmalar başlıyor, herkes kişisel malzemelerini kontrol ediyor, teknik ekipmanlar çalıştırılıp konrolleri ve bakımları yapılıyor, depolarımız temizlenip düzenleniyor. Amaç her an hazır olmak, 7 gün / 24 saat. Tam işlerimiz bitti toplanıyoruz dediğimiz anda hiç duymak istemediğimiz, ancak hep hazır olamaya çalıştığımız haber Van’ dan geliyor. 7,2. saat 13.00… Hemen koordinasyondaki arkadaşlarımız telefonlara sarılıyor, Van’da durum nedir? Yıkımın boyutu nedir? Personelimiz ne durumda? Biraz fazla bilgi alabilmek için herkes çabalıyor. Her zaman ilk anlarda bilgiye ulaşmak çok zor. Şube yöneticilerimize, arkadaşlarımıza ulaşmaya çalışıyoruz. Gelen haberler iç açıcı değil. Sonra büyük çığlık Erciş Belediye Başkanı’ndan geliyor, herkesi yardıma çağırıyor Başkan. İçimize oturan sızı derinleşiyor… Haberler ilerledikçe olayın ciddiyeti daha da anlaşılıyor. Karar verildi ekip olarak gidiyoruz. 13 kişiyiz ilk anda Erciş’e doğru ama Ankara’dan, İzmir’den, Gaziantep’ten arkadaşlarımız da geliyor Erciş’e doğru. Sabah aydınlandığında onlar da ulaşmış olacaklar. 23 kişi tek yürek olup çalışmalarımıza devam edeceğiz hep birlikte. Sabaha karşı 02.45’te Erciş’teyiz. Ortalık karanlığa bürünmüş, sadece arama kurtarma ekiplerinin aydınlatma projektörleri ve yollardaki araçların farları aydınlatıyor Erciş’i. Yol boyunca ana cadde üzerinde kağıt evler gibi yıkılmış binalar. Binaların üzerinde yakın bölgelerden ulaşan canla başla çalışmaya başlamış arama kurtarma ekipleri. Yıkıntılar çok kötü, hayat boşluğu bırakmayacak tarzda yıkımlar. Gecenin karanlığına veriyoruz, birbirimize söylemeye cesaret edemiyoruz, hava aydınlansın ve yıkıntılar arasında büyük boşluklar olsun diye geçiyor eminim herkesin gönlünden ki daha fazla güzel haber için şans olsun. Aslında Erciş’ e erken ulaşan ekiplerden sayılırız. Yine de kötü haberi aldığımızdan beri yüz yıl geçmiş gibi, geç kalmışız gibi, çok karmaşık duygular içindeyiz. Her gördüğümüz yıkılmış binada yüreğimizdeki acı daha da derine iniyor. Bir an önce bir işin ucundan tutmak için acele ediyoruz, yerimizde durmak istemiyoruz, gücümüz bitene kadar tükenene kadar çalışmak isteği içimizde. Görev almak için Kaymakamlığın önünde duruyoruz, Kaymakamlık’ta kurulmuş koordinasyon masasından ilk görevimizi bekliyoruz. Erciş’in karanlığı yıkımın karanlığı, araçların farları ile aydınlanıyor ve o aydınlık içinde kırmızılı turunculu arama kurtarmacılar, hepsi kendine uzanan bir ele dokunabilmek için yetişmiş Erciş’e… Halk enkazların başına toplanmış, gelebilecek küçücük güzel bir haber bekliyor. Afet anında neler olacağı hiç belli olmayacağı için ayrılmıyoruz araç çevresinden. Hem kendimizi hem ekipmanlarımızı gözetiyoruz. Hem biz hem ekipmanımız önemli, hiçbir eksik olmamalı ki rahat ve verimli çalışabilelim. İlk görev yerimiz belli oluyor. Kimseden çıt çıkmıyor, Erciş’teki derin sessizlik bizim aracımızın içinde de hakim… İlk enkaz merkeze yakın, Kaymakamlığın önünden biraz ilerleyip bahsedilen sokağa döndüğümüzde görüyoruz, kağıt gibi yıkılmış 4 katlı binayı… Bir gurup hemen malzemeleri indirirken, bir grup da hemen hızlıca binayı inceleyip, istişare edip arama için ekip hazırlıyor. İki ekip çıkıyor arama için, iki yandan binayı tarıyoruz bir ses duyabilmek için sesleniyoruz tekrar tekrar. “SESİMİ DUYAN VAR MI!!!” gecenin karanlığında sessizlik yırtılıyor bağrışımızla. Gırtlağımız yırtılırcasına bağırıyoruz bir cevap bekleyerek “sesimi duyan var mı”. Binanın her yanını kontrol ediyor, dinleme yapıyoruz, ama hiçbir ses yok, bir tıkırtı bile yok. Köpekler de canla başla binayı geziyor ancak bir şey yok, bina büyük ihtimalle boş. Hava iyice aydınlanıyor bu arada. Başka bir binada görev alıyoruz, bina yakın olduğu için, ekipmanı taşımadan, hemen bir arama ekibi de o binaya koşturuyor. Enkaza ulaştığımızda ilk gördüğümüz devasa bir yıkıntı ancak yine pasta olmuş bina, hiç yaşam boşluğu yok gibi. Yıkılmış binanın komşusu dimdik ayakta. Onun duvarına yaslanmış dizleri üstüne çömüş bir bayan gözümüze ilişiyor. Elinde biri mavi biri pembe iki tane küçük hurç, kokluyor, öpüyor ağlıyor… İnliyor, içten içe, acısını duyuyoruz inlemesinde, sessizce ağlıyor boğulur gibi, acısını dışarıdan saklamak istercesine…Hurçlara sarılmış kokluyor gözyaşlarına engel olamadan… Enkaz üzerinde bir erkek her yere saldırıyor bir şeyler arıyor. Enkaz çevresi çok dolu değil hatta kimseler yok denilebilir. Hemen ekibi enkaza çıkarıp dört bir yanı kontrol ediyoruz, ancak ses yok, gelen sivil savunmacılardan öğreniyoruz binanın boş olduğunu, ayrılıyoruz ekip olarak oradan. İlk enkazın olduğu malzemelerimizin beklediği bölgeye dönüyoruz. Döndüğümüzde görüyoruz iş makineleri gelmiş bu arada, enkaz boş olduğu için iş makineleri yardımıyla kaldırılacakmış enkaz. Bizim için yeni görev geliyor, teçhizatımızı tahsis edilen araca yükleyip ayrılıyoruz bu bölgeden. Şimdiki görev Yurt-kur binası. İlk duyduğumuzda endişeleniyoruz gittiğimiz binanın yurt olması fikri gerçekten ürkütücü. Erciş’in biraz dışında ama yakın. Bir kışlanın karşısında, yanında benzin istasyonu, 6 katlı bir bina ancak bina 5 kata inmiş. Giriş katı ve üzerindeki yarım kat yok olmuş. Üstteki 5 kat, bu bir buçuk katı altına alıp, zeminle buluşmuş. İçerde bir kişinin olduğu iddia ediliyor. Aramalarda burada bir şey çıkmıyor sesle aramalar köpekler ve dinleme cihazlarıyla araştırma yapılıyor. Sivil savunma ekipleriyle beraber çalışıyoruz burada. Enkazın üst katlarından herkes çıkmış. Binada triaj kırmızı, yani tam anlamıyla yıkım olmadığı için bina çok tehlikeli. Herhangi bir artçı depremde ya da basit bir dış etkenle yerle bir olabilir. Arama kurtarma çalışmaları emniyetsiz, buna rağmen elden gelen her şey yapılıyor. Bir gün önce ses duyulduğu iddia ediliyor ancak çalışmalarda böyle bir şeye rastlanılmadı. Uykusuz biraz yorgunuz, malzemeler kaldırımda yığılı, birer ikişer değişerek kaldırımda uyukluyoruz. Henüz ana kampımızı kurmadık. Orada benzin istasyonunda bir tuvalet var, bina görece olarak güvenli tek katlı, büyük nimet. Ayrıca sahipleri çok cana yakın. İstediğimiz kadar çay var, içeri çağırıyorlar bizi. Otlu peynir, taze ekmek var masada kahvaltı için, buyur ediyorlar kahvaltıya. Ekipten birkaç kişiyiz dolduruyoruz yarım ekmek arasına otlu peyniri. Buradan Yurt-Kur enkazından da ayrılıyoruz, artık ana kampımızı kurmalıyız. Hem yeni görev hem ana kamp yeri için dönüyoruz Erciş merkeze. Sonraki günlerde Yurt-Kur enkazını gördük ve duyduk ki içerden kimse çıkmamış, iş makineleri binayı tamamen indirmiş ve bahsi edilen kayıp kişi o gün arkadaşında kaldığı için hayattaymış. Erciş’te Atatürk parkında kampımızı kurmak için yer buluyoruz. Buraya yerleşeceğiz. Daha kaç gün kalacağımız belli değil. Herkes etrafımızda dualar ediyor geldiğimiz için. Çok değişik bir duygu, tulumlarla gördüklerinden bizi on insan gücünde sayıyorlar, ayrı bir dünyadan gelmişiz gibi… On insan gücünde çalışıyoruz ona şüphe yok ama insan mitolojiden gelen kahramanlar gibi çok güçlü olmak istiyor. Çok daha fazla. Bakışlarıyla her şeyi görmek, bir hareketiyle tüm ağırlıkları kaldırabilmek. Ama kolay değil elbet, bahsedilen 100 ton dan fazla yıkıntılar, hiç kolay değil hem de enkaz üstünde, enkaz içinde iğne işçiliği ile, ince ince çalışmak. Çadırlarımızı kurup yerleşiyoruz, burası lojistik merkezimiz olacak. Bizimle beraber başka ekiplerde lojistik merkezlerini bu parka kurmuş. Ayrıca birkaç depremzede aile de burada kalıyor. Lojistik merkezinde çadırlardan sonra ilk iş jeneratörümüzü çalıştırıyoruz, jeneratörümüzün o gürültülü sesi evimizin huzurunu getiriyor bize. Jeneratör hayat demek, biraz gürültülü bir hayat ama, hangi hayat değil ki. Hemen çay makinemizle bir çay demliyoruz kendimize, parktaki herkese ve gelip geçen depremzedelere. Çay makinesi kampımız toplana kadar durmamak üzere başlıyor herkes için kaynamaya. Bugün Pazartesi, saat 15.00 civarı Erciş’teki evimiz artık hazır. Yeni görev için koordinasyondan haber bekleniyor. Yeni görev kısa sürede geliyor. Jandarma ile ortak çalışacağımız bir enkaza gideceğiz. Askeri bir kamyon geliyor bizi alıp götürmek için. Malzemeleri yükleyip atlıyoruz kamyonete. Yıkılmış binalar arasında kalabalıklar içinden geçiyoruz. Kaymakamlığın bulunduğu cadde de bu binada, ama Yurt-Kur enkazının tam tersi istikamette. İlçe geneline göre biraz daha büyük ve lüks görünümlü evlerin olduğu bir cadde, lüks ama kağıttan. Kocaman bina önümüzde diz çökmüş bekliyor, avını parçaladıktan sonra yakalanıp vurulmuş bir aslan gibi önümüzde yatıyor. Yuttuğu hayatlarla karşımızda. Binada çok fazla insan olduğu tahmin ediliyor. Jandarma ekibi arı gibi çalışıyor. Enkazda çalışmaları yöneten Yüzbaşı ile görüşüp enkaz üzerinde görevimizi alıyoruz. Binanın arka tarafından alt kata inmemiz gerekecek. Kolon ve kirişlerin kaldırılıp, en üst katın taban tablasına inmek gerekiyor ki, tablayı kırıp/kesip alt kata inebilelim. Bahsi geçen bölümde iki kişi ve çocuklar arıyoruz. Enkazın üstü ev kokuyor kendine has, sanki biraz önce yemek pişmiş gibi sıcak, yağlı. Ortalıkta eşyalar, kıyafetler, pantolonlar, gömlekler, etekler kazaklar, çoraplar, hepsi betona karışmış. Resimler etrafta, müzik ve film CD’leri her yerde. Hayat sanki devam etmek istiyor enkazın içinde, ama toz kaplamış hayatı. Az ötede görüyoruz mavi küçük ayıcığı, onun yanında da bir kamyon ve oyuncak dozer. Ayıcık toz içinde, sanki oyuncak arkadaşları kamyon ve dozer, az önce çıkarmışlar enkazdan, canlı… Her şey enkaz olmuş, hayat enkaz olmuş, yaşam yıkılmış... Manzara acı veriyor, çok derinleri sızlatıyor… Yığınları temizlerken topladığımız kaldırdığımız her şey hayatın içinden, sanki oradan alırsak hayat gerçekten bitecekmiş gibi… Öyle zor, öyle yıkıcı ki içimizde de enkazlar oluşuyor. Garip ama çok garip bir duygu bu, anlatmak tarif etmek imkansız. Büyük sütun ve kirişler var kaldırmamız gereken, kürek ve elerimizle temizledikten sonra enkaz üstünü, girişiyoruz ağır işe, Hiltilerimizle başlıyoruz. Kolon ve kirişleri 3-4 parçaya ayırıp, vinç ile alacağız enkazın dışına. Bunları kaldırdıktan sonra tablaya ulaşıp keseceğiz ki inebilelim alt kata. Her enkaz parçası bize düşman, ilerlememizi engellemek için elinden geleni yapıyor. Ama canımızı dişimize taktık çalışıyoruz, kolonları parçalamak kolay oluyor çünkü beton kolayca dağılıyor. Keseceğimiz noktadan betonu kırıp, demirleri kesip ayırıyoruz parçaları. Kestikten sonra kaldırtıyoruz çok dikkatlice, vinçle… İyice temizledikten sonra enkazı ulaşıyoruz tablaya. Keseceğimiz kısmı kare şekilde işaretliyoruz. Tablayı kare şekilde kesip bir büyük kapak açacağız. Hiltiler yine elde iki taraftan başlıyoruz hemen, çıkaracağımız kare tablanın kenarlarını işaretleyip betonlarını temizlemeye. Gerçekten hızlı ilerliyoruz, herkes özveriyle çalışıyor. Hepimiz en üst seviyede çalışıyoruz. Bir an önce alt kata inebilmek için ve belki bir alt kata daha ve belki bir alt kata daha… Betonun kenarlarında demirler göründüğünde kesiyoruz üç taraftan. Alt kata ulaşacağımız beton kapağı açıyoruz. İndiğimiz katta birileri olması lazım ama ses alamadık hiç, dikkatlice çalışılıp inildi alt kata. Alt kat dediysek kat kalmamış zaten, katlar birbiri üzerine yapışmış, arada kalan ufacık yükselti kat olmuş. Ulaşıyoruz gerekli bölüme ama görmek yaşamak istediğimiz manzara bu değil, enkaz içinde sönmüş hayatlar. Enkaz gerçekten çok ağır bir sözcük, çok çok ağır, acı verici, yok edici... Lanet ediyoruz enkaza, depremin suçu yok elbet, öldürmez deprem, gerçek katil bu binalar, bu binalar yok ediyor hayatları, binalar form değiştirip enkaz oluyor, güzel bir yüzken gece değişen canavar kurt adamlar gibi binalar, umulmadık anda katil bir enkaz oluyor... Gereken çalışmaları teslimatları yapıp, diğer kata inebilmek için devam ediyoruz çalışmalara, sabaha kadar çalışılacaksa çalışcağız yılmadan… Kat kat iniyoruz aşağı, enkazın yüreğine doğru ulaşıp sökmek istiyoruz onu yerinden. Yorgunluk yok gerekirse dünyanın merkezine kadar inebiliriz, enkaz üstünde içinde yoruldum değişmeliyim diyen kimse yok, zorla değiştiriyoruz operasyon ekibini, herkes kalıp tükeninceye kadar çalışmak istiyor. Ancak daha bizi bekleyen çok görev var, gücümüzü de korumamız gerekiyor. Değişmeli çalışıyoruz, 02.30’da göreve son veriliyor. Lojistik merkezine dönüyoruz. Kısa da olsa uyku zamanı geliyor. Yeni bir göreve kadar çekiliyoruz istirahate.
Bu arada lojistik merkezinden gelen arkadaşlar haber verdiler; Faik Bey, Zafer Bey, Erkan Bey gelmişler lojistik merkezimize. Ziyaret etmişler, sohbet edip bilgi almışlar. Tuhaf bir mutluluk oluyor, tarif etmek zor. Yalnız değiliz, biz Erciş’i yalnız bırakmadık, yöneticilerimiz de bizi. Arkasında bir güç olduğunu bilmek gerçekten destek veriyor insana. Özellikle gönüllü bir iş yapıyorsanız destek ve takdir almanız, yaptığınız işe dört elle sarılmanızı kolaylaştırıyor. Çalışırken bir an görüyoruz onları da enkaz bölgesinde. Enkazın üstünden hafif bir selam verebiliyoruz ancak, işimiz çok çalışmalara devam. Enkaz içindeki arkadaşlara da sonra bilgi veriyoruz ziyaretle ilgili. Erciş’e geldiğimiz günden beri bir grup enkazlarda çalışırken, bir grup Erciş ve Van şubelerimizle ilgileniyor. Şubelerimizin durumu, eksiklikler, personelimizin durumu, ihtiyaçları takip ediliyor. Sürekli İstanbul’la organize bir şekilde eksiklikler giderilmeye çalışılıyor. Sevindirici olan personelimizde kayıp yok. Ancak bir personelimizin yakınlarından birinin evi yıkılmış. Haber alır almaz kontroller yapıldı ama deprem sonrası ilk saatlerde gereken her şey yapılmış bize yapabilecek bir şey kalmamıştı. Bizim Yapı Kredi Arama Kurtarma Takımı olarak ilk amacımız, ilk olarak afet bölgesinde personelimizin bir problemi varsa çözmek, eğer personelimiz, yakınları ve şubelerimizde bir sıkıntı yoksa, genel görev almak. Ama Erciş’te ve Van’da arkadaşlarımız iyi durumdalar, eksiklikleri de elden geldiğince karşılanıyor. Tatvan’da kurulan lojistik merkezinden günlük ihtiyaçları karşılanıyor. Arkadaşlarımız bunları da organize ediyor. Afet bölgesinde sadece enkazda çalışmıyoruz, ekip olarak personelimizin rahatı da bizim asıl görevlerimiz arasında. Varlık sebebimiz Yapı Kredi Ailesi. Bu enkazda çalışırken değişim yaptığımız bir sırada arkadaşlarımız iki ufak delikanlıyla karşılaşıyorlar, ellerinde biraz öteden, gezici aşevinden aldıkları ezogelin çorbaları, kocaman birer somun ekmek ellerinde, soğuktan kızarmış burunları ile dikiliyorlar bizimkilerin karşına… Soruyorlar “Aç mısınız” diye, “Çorbaları yeni aldık, siz sabahtan beri çalışıyorsunuz yemek yiyememişsinizdir. Çorbaları verelim size” deyip uzatıyorlar bize. Ufaklar çok ufak, ama gönülleri büyük. Onlar için orada olunduğunun farkındalar, soğuktan kıpkırmızı olmuş ellerinde tuttukları kocaman ekmeği gönülden uzatıyorlar. O an bir kez daha anlıyoruz ki doğru işler yapıyoruz. Ne yorgunluk, ne uykusuzluk hiç umurumuzda değil, bu kıpkırmızı burunlu büyük adamlar için devam, sonuna kadar… Cuma günü erken saatlere kadar aynı enkazda çalışmaya devam ediyoruz, dönüşümlü olarak çalışıyoruz. Kulağımız gelen canlı çıkarılan kazazede haberleri gerçekten büyük mutluluk veriyor ve yorgunluğu silip atıyor. 14 günlük bir bebeğin çıkarıldığını duyduğumuzdaki sevincimizi anlatmam çok zor. Enkazı tamamen kaldırdıktan sonra, ta ki temele kadar, Cuma günü gelen yeni görevle tam bu binanın karşısındaki binada görev alıyoruz. Burada ilk günlerde çok fazla grup çalışmasına rağmen, günler geçtikçe canlı çıkma umudu azaldığı için ekipler yavaş yavaş enkazdan çekilmişler. Son rötuşları, son aramaları yapıp alt katlara inme işi bize kalmış. Burada erken saatlerde başlıyoruz çalışmalara. Bugün Meksikalı bir ekip gelmiş enkazı geziyor. Yıkıntılara akıl sır erdiremiyorlar. Çünkü enkazlarda santim boşluk yok, sanki binalar betonarme değil, çamurdan yapılmış gibi. Cumartesi sabaha karşı saat 02.30’a kadar çalışıyoruz burada da. Bu saatten sonra Jandarma enkaz bölgesinden çekildiği için, güvenlik nedeniyle biz de geri dönüyoruz. Artık yeni görev verilmeyecek. Dönüş zamanı geliyor. Cumartesi saat 11.00'de her şeyimizi toplayıp Erciş’ten hareketle Van’a geçip, akşam 19.00’da bize tahsis edilmiş olan uçakla İstanbul’a döneceğiz. Çekilip çadırlarımıza dinleniyoruz.
Saat 11.00 gibi otobüsümüze yerleşiyoruz. Araç yavaş yavaş hareket ediyor. Herkes el sallıyor yaşlı gözler ile. İçimiz buruk, tuhaf duygular, elimizden geleni yapmış olmanın mutluluğu, orada bıraktıklarımızın üzüntüsü, ailemize kavuşacak olmanın sevinci, karmakarışık duygularla düşüyoruz Van yoluna. Van şubesine ulaşıp bizimle kalacak malzemelerimizi indiriyoruz. Otobüsümüz İstanbul’a doğru devam edecek, Koç Grubu tarafından, tüm Koç Grubu gönülleri için; Yapı Kredi, Arçelik, Tofaş, Koç Üniversitesi ve diğer grup dışı uçağa sığabilen herkes için ayarlanmış uçağımız akşamüstü, onu bekleyeceğiz. Van’da zaman geçiriyoruz, bir haftadır su yüzü görmediğimizden kimimiz yıkanmak için, doğru düzgün bir yemek yemediğimizden kimimiz bir şeyler yemek için gruplar halinde dağılıyoruz. Ama çok vaktimiz yok havaalanına geçeceğiz. Akşam saatlerinde havaalanına geçtiğimizde tüm arama kurtarma ekipleri orada, tanıdık yüzler her yerde. Ellerinden geleni yapmanın huzuruyla herkesin yüzünde hafif bir tebessüm. İşlemleri halledip uçağa geçtiğimizde, bizi geri getirecek uçak önünde de fotoğraflar çektirerek biniyoruz uçağa. Uçak havalandığında geride kalanlar için kalbimizden bir parçayı bırakıp burada, içimizdeki hafif sızıyla uçuyoruz İstanbul’a doğru. Kendine düşeni yapmanın mutluluğu ve gururuyla. Her şeyin sonunda bildiğimiz bir tek şey var, eğer birileri, bir yerlerde, bize yardım için el uzatıyorsa, biz o yardım bekleyen eli sımsıkı tutabilmek için mutlaka orada olacağız… Saygılarımla, Yapı Kredi Arama Kurtarma Takımı Adına Kadir ÖzkayaYazarı Tanıyalım Yazarın Tüm Yazıları Yazarın E-posta Adresi |