Yazarlar Kadir Özkaya

Orada Olmak...

23 Ekim… Günlerden Pazar
Foto Galeri /

2009 Haziran ayında tohumlarını yeşerttiğimiz Yapı Kredi Arama Kurtama Takımı’nda sabaha karşı verilen tatbikat amaçlı kırmızı alarmla korudayız. Amaç bir araya gelmek, malzemeleri gözden geçirmek ve depoları toplarlayıp düzenlemek, “her an hazır olmak için” rutin yaptığımız işler.

Sabah hava aydınlanıyor yavaş yavaş, İstanbul henüz uyuyor. Bizlerden mazereti olanlar hariç herkes yollarda, koruya ulaşmak için. Sabah ezanı henüz duyulmadı. Bu saatte yola çıkıp koruya koşmak, sadece hiç istemediğimiz o gün geldiğinde hazır olmak için. Gönülden… Üç yıldır bu takımı ayakta tutuyoruz, bizleri bir türlü anlamayıp, gereksiz bulanlara inat.

Pazar sabahı hava aydınlanmadan o gün herkes koruda, erkenden çalışmalar başlıyor, herkes kişisel malzemelerini kontrol ediyor, teknik ekipmanlar çalıştırılıp konrolleri ve bakımları yapılıyor, depolarımız temizlenip düzenleniyor. Amaç her an hazır olmak, 7 gün / 24 saat.

Tam işlerimiz bitti toplanıyoruz dediğimiz anda hiç duymak istemediğimiz, ancak hep hazır olamaya çalıştığımız haber Van’ dan geliyor. 7,2. saat 13.00…

Hemen koordinasyondaki arkadaşlarımız telefonlara sarılıyor, Van’da durum nedir? Yıkımın boyutu nedir? Personelimiz ne durumda? Biraz fazla bilgi alabilmek için herkes çabalıyor. Her zaman ilk anlarda bilgiye ulaşmak çok zor. Şube yöneticilerimize, arkadaşlarımıza ulaşmaya çalışıyoruz. Gelen haberler iç açıcı değil. Sonra büyük çığlık Erciş Belediye Başkanı’ndan geliyor, herkesi yardıma çağırıyor Başkan. İçimize oturan sızı derinleşiyor… Haberler ilerledikçe olayın ciddiyeti daha da anlaşılıyor. Karar verildi ekip olarak gidiyoruz.
YKSK yöneticilerimizle ve bankamız İnsan Kaynaklarıyla görüşülüyor, ekip listesi hemen veriliyor. Ama sorun büyük, Van’a nasıl ulaşacağız…

Van soru işareti, havaalanı nasıl? Yollar nasıl? Şehiriçi ulaşım nasıl? Hepsi iyi olsa uçaklar dolu, karayolu uzun, zaman kısa… Ulaşım imkanı gerçekten zor, ilişki kurduğumuz ekipler malzemeleriyle havaalanlarına doluşmuş, olası bir yardım uçağına binebilmek için bekliyorlar. Arama kurtarmacıların sayısı çok, ekipmanlar ağır… Bu halde ulaşım aracı bulmak, bulsak da malzemelerle sığmak neredeyse imkansız. İnsan başka bir boyuta geçiyor, ışınlanmak istiyor bir an önce..

Aklıselimle, soğukkanlılıkla neler yapabileceğimizi masaya yatırıyoruz. Bir kısmımız uçak, bir kısmımız otobüs ayarlamaya çalışıyor. Saatler ilerliyor, en zoru beklemek… Taaaa uzaklardan Van’dan enkaz altından, enkaz dışından gelen sesler İstanbul’da kulağımızda. “Hadi ama çıkın gelin artık” diyorlar.
Bize uzanacak bir ele dokunabilmek için bu takımdayız, ama bekliyoruz. Beklemek gerçekten çok zor. Ancak yapılacak bir şey yok, soğukkanlılığımızı kaybetmeden beklememiz gerekiyor. Enkaz bölgesine intikal her zaman zor, 48 saate kadar uzayabilir. Otobüs ayarlandı, uçak ise hala muamma...

Otobüsümüz koruya 20.00’da geliyor. Konteynerımıza yüklediğimiz malzemelerimizi otobüse alıyoruz. Saat 20.30, korudan otobüsle ayrılıyoruz. Cihangir Bey ve Osman Bey yolcu ediyor bizi. Otobüsle İstanbul\Dudulu gişelere yönlendiğimizde uçak ayarlandığı haberi geliyor. Ataşehir sapağından AHL’ye geri dönüyoruz. Bir işadamı sahip olduğu özel uçaklardan birini bizi Van’a ulaştırması için tahis etmiş, fakat 13 kişi uçakla gidebilecek, kim uçakla kim otobüsle devam edecek karar vermek çok zor. Herkes bir an önce Van’a ulaşmayı istiyor. Rotamız AHL özel havacılık binası. 22.00 civarı oradayız, malzemelerimizi indiriyoruz. Uçak, özel bir jet, o yüzden kargo sıkıntı, ama gerekli tüm teçhizatı yüklüyoruz uçağa: Jeneratörlerimiz, kesme ayırma, beton kırıcı ve kesiciler, kazma kürek manivela vb. birçok teçhizat… Daha önce bond çantadan fazla kargo taşımamış uçak kazma kürek yüklü. Uçak bile elinden geleni yapıyor Van için. Herkesin yapabileceği bir şey var, kimisi maddi, kimisi manevi, uçağı bize tahsis eden işadamımız , uçağın o saatte kalkıp gelen personeli ve havaalanında bize yardımcı olan herkes, bir an önce Van’a ulaşabilmemiz için uğraşıyor.

Saat 00.30 gibi Van’dayız. Havaalanında sıkıntı yok, bir kamyonet ve bir minibüs bizi Erciş’e götürmek için hazır. Büyük bir minnetle karşılıyorlar bizi Van’da ve hemen yola çıkıyoruz Erciş’e.

13 kişiyiz ilk anda Erciş’e doğru ama Ankara’dan, İzmir’den, Gaziantep’ten arkadaşlarımız da geliyor Erciş’e doğru. Sabah aydınlandığında onlar da ulaşmış olacaklar. 23 kişi tek yürek olup çalışmalarımıza devam edeceğiz hep birlikte.

Sabaha karşı 02.45’te Erciş’teyiz. Ortalık karanlığa bürünmüş, sadece arama kurtarma ekiplerinin aydınlatma projektörleri ve yollardaki araçların farları aydınlatıyor Erciş’i. Yol boyunca ana cadde üzerinde kağıt evler gibi yıkılmış binalar. Binaların üzerinde yakın bölgelerden ulaşan canla başla çalışmaya başlamış arama kurtarma ekipleri. Yıkıntılar çok kötü, hayat boşluğu bırakmayacak tarzda yıkımlar. Gecenin karanlığına veriyoruz, birbirimize söylemeye cesaret edemiyoruz, hava aydınlansın ve yıkıntılar arasında büyük boşluklar olsun diye geçiyor eminim herkesin gönlünden ki daha fazla güzel haber için şans olsun.

Aslında Erciş’ e erken ulaşan ekiplerden sayılırız. Yine de kötü haberi aldığımızdan beri yüz yıl geçmiş gibi, geç kalmışız gibi, çok karmaşık duygular içindeyiz. Her gördüğümüz yıkılmış binada yüreğimizdeki acı daha da derine iniyor. Bir an önce bir işin ucundan tutmak için acele ediyoruz, yerimizde durmak istemiyoruz, gücümüz bitene kadar tükenene kadar çalışmak isteği içimizde. Görev almak için Kaymakamlığın önünde duruyoruz, Kaymakamlık’ta kurulmuş koordinasyon masasından ilk görevimizi bekliyoruz.

Erciş’in karanlığı yıkımın karanlığı, araçların farları ile aydınlanıyor ve o aydınlık içinde kırmızılı turunculu arama kurtarmacılar, hepsi kendine uzanan bir ele dokunabilmek için yetişmiş Erciş’e… Halk enkazların başına toplanmış, gelebilecek küçücük güzel bir haber bekliyor.

Afet anında neler olacağı hiç belli olmayacağı için ayrılmıyoruz araç çevresinden. Hem kendimizi hem ekipmanlarımızı gözetiyoruz. Hem biz hem ekipmanımız önemli, hiçbir eksik olmamalı ki rahat ve verimli çalışabilelim.

İlk görev yerimiz belli oluyor. Kimseden çıt çıkmıyor, Erciş’teki derin sessizlik bizim aracımızın içinde de hakim…

İlk enkaz merkeze yakın, Kaymakamlığın önünden biraz ilerleyip bahsedilen sokağa döndüğümüzde görüyoruz, kağıt gibi yıkılmış 4 katlı binayı… Bir gurup hemen malzemeleri indirirken, bir grup da hemen hızlıca binayı inceleyip, istişare edip arama için ekip hazırlıyor. İki ekip çıkıyor arama için, iki yandan binayı tarıyoruz bir ses duyabilmek için sesleniyoruz tekrar tekrar. “SESİMİ DUYAN VAR MI!!!” gecenin karanlığında sessizlik yırtılıyor bağrışımızla. Gırtlağımız yırtılırcasına bağırıyoruz bir cevap bekleyerek “sesimi duyan var mı”. Binanın her yanını kontrol ediyor, dinleme yapıyoruz, ama hiçbir ses yok, bir tıkırtı bile yok.

Enkazın başında içerde akrabaları olduğunu söyleyen bir grup var, önlerinde kocaman bir bidondan yaptıkları sobanın etrafında ısınmaya çalışıp bekliyorlar. Enkazın karşısında bir fırın açık, ekmek çıkarmaya çalışıyorlar, şanslılar, binaları iki katlı fazla hasar görmemiş çalışıyorlar. Bir el arabasıyla geliyor fırıncı, el arabasının içi köz olmuş odun kömürü dolu, el arabasından açık hava mangalı yaratmış bizim için, elinde de sıcak, fırından yeni çıkmış pideler, biraz ısının, biraz yiyin günler uzun diyor, teşekkür ediyor geldiğimiz için dualar ediyor. İçerden çok fazla kimse çıkmadığını, binanın altının hamam olduğunu, bu binada bir araştırma yapıldığını, bizim ikinci ekip olduğumuzu söylüyor. Diğer tarafta bekleyen, binada akrabaları olduğunu söyleyen grup 3. katta bir kişi olduğu konusunda ısrar ediyorlar. Tekrar bir ekip çıkarıyoruz arama için. Binayı en ince noktasına kadar arıyoruz, ne bir ses ne bir tıkırtı ne bir koku var. Hava yavaştan aydınlanıyor. Uzman arama kurtarma köpekleri olan bir ekip bekliyoruz son aramayı onlar yapacak.

Köpekler de canla başla binayı geziyor ancak bir şey yok, bina büyük ihtimalle boş. Hava iyice aydınlanıyor bu arada. Başka bir binada görev alıyoruz, bina yakın olduğu için, ekipmanı taşımadan, hemen bir arama ekibi de o binaya koşturuyor. Enkaza ulaştığımızda ilk gördüğümüz devasa bir yıkıntı ancak yine pasta olmuş bina, hiç yaşam boşluğu yok gibi. Yıkılmış binanın komşusu dimdik ayakta. Onun duvarına yaslanmış dizleri üstüne çömüş bir bayan gözümüze ilişiyor. Elinde biri mavi biri pembe iki tane küçük hurç, kokluyor, öpüyor ağlıyor… İnliyor, içten içe, acısını duyuyoruz inlemesinde, sessizce ağlıyor boğulur gibi, acısını dışarıdan saklamak istercesine…Hurçlara sarılmış kokluyor gözyaşlarına engel olamadan… Enkaz üzerinde bir erkek her yere saldırıyor bir şeyler arıyor.

Enkaz çevresi çok dolu değil hatta kimseler yok denilebilir. Hemen ekibi enkaza çıkarıp dört bir yanı kontrol ediyoruz, ancak ses yok, gelen sivil savunmacılardan öğreniyoruz binanın boş olduğunu, ayrılıyoruz ekip olarak oradan. İlk enkazın olduğu malzemelerimizin beklediği bölgeye dönüyoruz. Döndüğümüzde görüyoruz iş makineleri gelmiş bu arada, enkaz boş olduğu için iş makineleri yardımıyla kaldırılacakmış enkaz. Bizim için yeni görev geliyor, teçhizatımızı tahsis edilen araca yükleyip ayrılıyoruz bu bölgeden. Şimdiki görev Yurt-kur binası. İlk duyduğumuzda endişeleniyoruz gittiğimiz binanın yurt olması fikri gerçekten ürkütücü. Erciş’in biraz dışında ama yakın. Bir kışlanın karşısında, yanında benzin istasyonu, 6 katlı bir bina ancak bina 5 kata inmiş. Giriş katı ve üzerindeki yarım kat yok olmuş. Üstteki 5 kat, bu bir buçuk katı altına alıp, zeminle buluşmuş. İçerde bir kişinin olduğu iddia ediliyor. Aramalarda burada bir şey çıkmıyor sesle aramalar köpekler ve dinleme cihazlarıyla araştırma yapılıyor. Sivil savunma ekipleriyle beraber çalışıyoruz burada.

Enkazın üst katlarından herkes çıkmış. Binada triaj kırmızı, yani tam anlamıyla yıkım olmadığı için bina çok tehlikeli. Herhangi bir artçı depremde ya da basit bir dış etkenle yerle bir olabilir. Arama kurtarma çalışmaları emniyetsiz, buna rağmen elden gelen her şey yapılıyor. Bir gün önce ses duyulduğu iddia ediliyor ancak çalışmalarda böyle bir şeye rastlanılmadı.

Uykusuz biraz yorgunuz, malzemeler kaldırımda yığılı, birer ikişer değişerek kaldırımda uyukluyoruz. Henüz ana kampımızı kurmadık. Orada benzin istasyonunda bir tuvalet var, bina görece olarak güvenli tek katlı, büyük nimet. Ayrıca sahipleri çok cana yakın. İstediğimiz kadar çay var, içeri çağırıyorlar bizi. Otlu peynir, taze ekmek var masada kahvaltı için, buyur ediyorlar kahvaltıya. Ekipten birkaç kişiyiz dolduruyoruz yarım ekmek arasına otlu peyniri.

İnsanlar minnetle her yerde taaa İstanbul’dan bizim için geldiniz diyorlar. Yemek içmek her şey serbest bizlere, elden geldiğince herkes bir şey ikram ediyor. İnsanlar bize yardımcı olmaktan zevk duyuyor. Sürekli dualar alıyoruz herkesten yaşlı, genç, erkek, bayan. Gün o gün, küçük bir çocuk yaklaşıyor abi diyor “Siz bizim için mi geldiniz taaa oralardan?”. İstanbul’dan, evet sizin için, bizim için, herkes için geldik. Elimizden geleni yapmak için, orada uzakta kalanların da dualarıyla geldik sizler için. Başını sallayarak “Vay be” diyen gözlerle bakıyor bize, ama gelecek için yalnız olmadığını biliyor artık, tüm ülkesi arkasında olacak her zaman.

Buradan Yurt-Kur enkazından da ayrılıyoruz, artık ana kampımızı kurmalıyız. Hem yeni görev hem ana kamp yeri için dönüyoruz Erciş merkeze. Sonraki günlerde Yurt-Kur enkazını gördük ve duyduk ki içerden kimse çıkmamış, iş makineleri binayı tamamen indirmiş ve bahsi edilen kayıp kişi o gün arkadaşında kaldığı için hayattaymış.

Erciş’te Atatürk parkında kampımızı kurmak için yer buluyoruz. Buraya yerleşeceğiz. Daha kaç gün kalacağımız belli değil. Herkes etrafımızda dualar ediyor geldiğimiz için. Çok değişik bir duygu, tulumlarla gördüklerinden bizi on insan gücünde sayıyorlar, ayrı bir dünyadan gelmişiz gibi… On insan gücünde çalışıyoruz ona şüphe yok ama insan mitolojiden gelen kahramanlar gibi çok güçlü olmak istiyor. Çok daha fazla. Bakışlarıyla her şeyi görmek, bir hareketiyle tüm ağırlıkları kaldırabilmek. Ama kolay değil elbet, bahsedilen 100 ton dan fazla yıkıntılar, hiç kolay değil hem de enkaz üstünde, enkaz içinde iğne işçiliği ile, ince ince çalışmak.

Çadırlarımızı kurup yerleşiyoruz, burası lojistik merkezimiz olacak. Bizimle beraber başka ekiplerde lojistik merkezlerini bu parka kurmuş. Ayrıca birkaç depremzede aile de burada kalıyor. Lojistik merkezinde çadırlardan sonra ilk iş jeneratörümüzü çalıştırıyoruz, jeneratörümüzün o gürültülü sesi evimizin huzurunu getiriyor bize. Jeneratör hayat demek, biraz gürültülü bir hayat ama, hangi hayat değil ki. Hemen çay makinemizle bir çay demliyoruz kendimize, parktaki herkese ve gelip geçen depremzedelere. Çay makinesi kampımız toplana kadar durmamak üzere başlıyor herkes için kaynamaya.

Bugün Pazartesi, saat 15.00 civarı Erciş’teki evimiz artık hazır. Yeni görev için koordinasyondan haber bekleniyor. Yeni görev kısa sürede geliyor. Jandarma ile ortak çalışacağımız bir enkaza gideceğiz. Askeri bir kamyon geliyor bizi alıp götürmek için. Malzemeleri yükleyip atlıyoruz kamyonete. Yıkılmış binalar arasında kalabalıklar içinden geçiyoruz. Kaymakamlığın bulunduğu cadde de bu binada, ama Yurt-Kur enkazının tam tersi istikamette. İlçe geneline göre biraz daha büyük ve lüks görünümlü evlerin olduğu bir cadde, lüks ama kağıttan. Kocaman bina önümüzde diz çökmüş bekliyor, avını parçaladıktan sonra yakalanıp vurulmuş bir aslan gibi önümüzde yatıyor. Yuttuğu hayatlarla karşımızda.

Binada çok fazla insan olduğu tahmin ediliyor. Jandarma ekibi arı gibi çalışıyor. Enkazda çalışmaları yöneten Yüzbaşı ile görüşüp enkaz üzerinde görevimizi alıyoruz. Binanın arka tarafından alt kata inmemiz gerekecek. Kolon ve kirişlerin kaldırılıp, en üst katın taban tablasına inmek gerekiyor ki, tablayı kırıp/kesip alt kata inebilelim. Bahsi geçen bölümde iki kişi ve çocuklar arıyoruz. Enkazın üstü ev kokuyor kendine has, sanki biraz önce yemek pişmiş gibi sıcak, yağlı. Ortalıkta eşyalar, kıyafetler, pantolonlar, gömlekler, etekler kazaklar, çoraplar, hepsi betona karışmış. Resimler etrafta, müzik ve film CD’leri her yerde. Hayat sanki devam etmek istiyor enkazın içinde, ama toz kaplamış hayatı. Az ötede görüyoruz mavi küçük ayıcığı, onun yanında da bir kamyon ve oyuncak dozer. Ayıcık toz içinde, sanki oyuncak arkadaşları kamyon ve dozer, az önce çıkarmışlar enkazdan, canlı…

Her şey enkaz olmuş, hayat enkaz olmuş, yaşam yıkılmış... Manzara acı veriyor, çok derinleri sızlatıyor… Yığınları temizlerken topladığımız kaldırdığımız her şey hayatın içinden, sanki oradan alırsak hayat gerçekten bitecekmiş gibi… Öyle zor, öyle yıkıcı ki içimizde de enkazlar oluşuyor. Garip ama çok garip bir duygu bu, anlatmak tarif etmek imkansız.

Büyük sütun ve kirişler var kaldırmamız gereken, kürek ve elerimizle temizledikten sonra enkaz üstünü, girişiyoruz ağır işe, Hiltilerimizle başlıyoruz. Kolon ve kirişleri 3-4 parçaya ayırıp, vinç ile alacağız enkazın dışına. Bunları kaldırdıktan sonra tablaya ulaşıp keseceğiz ki inebilelim alt kata. Her enkaz parçası bize düşman, ilerlememizi engellemek için elinden geleni yapıyor. Ama canımızı dişimize taktık çalışıyoruz, kolonları parçalamak kolay oluyor çünkü beton kolayca dağılıyor. Keseceğimiz noktadan betonu kırıp, demirleri kesip ayırıyoruz parçaları. Kestikten sonra kaldırtıyoruz çok dikkatlice, vinçle… İyice temizledikten sonra enkazı ulaşıyoruz tablaya.

Keseceğimiz kısmı kare şekilde işaretliyoruz. Tablayı kare şekilde kesip bir büyük kapak açacağız. Hiltiler yine elde iki taraftan başlıyoruz hemen, çıkaracağımız kare tablanın kenarlarını işaretleyip betonlarını temizlemeye. Gerçekten hızlı ilerliyoruz, herkes özveriyle çalışıyor. Hepimiz en üst seviyede çalışıyoruz. Bir an önce alt kata inebilmek için ve belki bir alt kata daha ve belki bir alt kata daha… Betonun kenarlarında demirler göründüğünde kesiyoruz üç taraftan. Alt kata ulaşacağımız beton kapağı açıyoruz. İndiğimiz katta birileri olması lazım ama ses alamadık hiç, dikkatlice çalışılıp inildi alt kata. Alt kat dediysek kat kalmamış zaten, katlar birbiri üzerine yapışmış, arada kalan ufacık yükselti kat olmuş. Ulaşıyoruz gerekli bölüme ama görmek yaşamak istediğimiz manzara bu değil, enkaz içinde sönmüş hayatlar. Enkaz gerçekten çok ağır bir sözcük, çok çok ağır, acı verici, yok edici... Lanet ediyoruz enkaza, depremin suçu yok elbet, öldürmez deprem, gerçek katil bu binalar, bu binalar yok ediyor hayatları, binalar form değiştirip enkaz oluyor, güzel bir yüzken gece değişen canavar kurt adamlar gibi binalar, umulmadık anda katil bir enkaz oluyor...

Gereken çalışmaları teslimatları yapıp, diğer kata inebilmek için devam ediyoruz çalışmalara, sabaha kadar çalışılacaksa çalışcağız yılmadan… Kat kat iniyoruz aşağı, enkazın yüreğine doğru ulaşıp sökmek istiyoruz onu yerinden. Yorgunluk yok gerekirse dünyanın merkezine kadar inebiliriz, enkaz üstünde içinde yoruldum değişmeliyim diyen kimse yok, zorla değiştiriyoruz operasyon ekibini, herkes kalıp tükeninceye kadar çalışmak istiyor. Ancak daha bizi bekleyen çok görev var, gücümüzü de korumamız gerekiyor. Değişmeli çalışıyoruz, 02.30’da göreve son veriliyor. Lojistik merkezine dönüyoruz. Kısa da olsa uyku zamanı geliyor. Yeni bir göreve kadar çekiliyoruz istirahate.

Sabah erkenden uyanıyoruz, hava daha yeni yeni aydınlanıyor. İki, üç saat kadar uyuduk yeter, çok bile, daha devam etmeliyiz. Kısa sürede yeni görev geliyor, Çarşamba sabahı erken saate. Yeni görev kahvehaneler bölgesindeki 5 no’lu enkaz. Yıkımın en çok can yaktığı bölge burası, birçok ekip çalışıyor. Deprem Pazar günü olduğu için kahvehaneler doluymuş ve konuşulan sayılar gerçekten çok yüksek.

Hemen enkaz bölgesine ulaşıp kuruyoruz lojistiğimizi. Hemen enkazdaki sorumlu ekiple konuşuyoruz. Yan tarafta bir ekip alt kata inmiş ve istenmeyen bir haber de oradan gelmiş. Bizim ekip de binanın diğer kısmından inecek aşağı. Alt katlarda birçok insan olduğu söyleniyor. İşaretliyoruz keseceğimiz yeri. Kontrol ettik kesilmiş yerlerden, tahminimize göre ne kolon ne kirişe denk gelmeyeceğiz, hemen girişiyoruz işe. Beton kesici ve hiltilerimizle çeviriyoruz hemen açacağımız beton kapağın etrafını. Hızlıyız ama bizim hızımız yüzyıl gibi ağır geliyordur dışarıda bir haber bekleyenlere. Ekipler gerçekten ortalamaların çok üstünde hızla çalışıyorlar. Erciş’teki arama kurtarma çalışmaları gerçekten yeterli ve gönülden. Her enkazda birden fazla grup çalışıyor. Teçhizatlar yeterli sayılır ve hız gerçekten takdir edilecek düzeyde. Tablanın kenarlarından çıkan demirleri kesiyoruz manuel demir kesiciyle. Üç tarafı açınca kapağı alıyoruz diğer tarafa çeviriyoruz. Açtığımız girişten alt kata iniyoruz. Bir metre kadar bir yükseklik var ama etraf boş. Hemen tüm aralıklardan kontrol ediyoruz, sesleniyoruz, kokluyoruz. Tüm deliklerden bakıyoruz ne tarafa ilerleyeceğimize karar vermek için. Hızlıca tabanı temizleyip yeni tablaya ulaşıyoruz ve burada hızlı bir delik açıyoruz. Search cam ile kontrol edilecek alt kat. Hızlıca kontrol ediyoruz alt kat da boş görünüyor ancak iddialara göre dolu olması gerekiyor. Herkes kaçabilmiş olsun diye umuyoruz. Kimsenin görünmemesi sevindirici. Ama devam etmeliyiz. Gözden kaçan bir şey varsa onu da yakalamak için. Çalışmaya devam…

Bu arada lojistik merkezinden gelen arkadaşlar haber verdiler; Faik Bey, Zafer Bey, Erkan Bey gelmişler lojistik merkezimize. Ziyaret etmişler, sohbet edip bilgi almışlar. Tuhaf bir mutluluk oluyor, tarif etmek zor. Yalnız değiliz, biz Erciş’i yalnız bırakmadık, yöneticilerimiz de bizi. Arkasında bir güç olduğunu bilmek gerçekten destek veriyor insana. Özellikle gönüllü bir iş yapıyorsanız destek ve takdir almanız, yaptığınız işe dört elle sarılmanızı kolaylaştırıyor. Çalışırken bir an görüyoruz onları da enkaz bölgesinde. Enkazın üstünden hafif bir selam verebiliyoruz ancak, işimiz çok çalışmalara devam. Enkaz içindeki arkadaşlara da sonra bilgi veriyoruz ziyaretle ilgili.

Erciş’e geldiğimiz günden beri bir grup enkazlarda çalışırken, bir grup Erciş ve Van şubelerimizle ilgileniyor. Şubelerimizin durumu, eksiklikler, personelimizin durumu, ihtiyaçları takip ediliyor. Sürekli İstanbul’la organize bir şekilde eksiklikler giderilmeye çalışılıyor. Sevindirici olan personelimizde kayıp yok. Ancak bir personelimizin yakınlarından birinin evi yıkılmış. Haber alır almaz kontroller yapıldı ama deprem sonrası ilk saatlerde gereken her şey yapılmış bize yapabilecek bir şey kalmamıştı. Bizim Yapı Kredi Arama Kurtarma Takımı olarak ilk amacımız, ilk olarak afet bölgesinde personelimizin bir problemi varsa çözmek, eğer personelimiz, yakınları ve şubelerimizde bir sıkıntı yoksa, genel görev almak. Ama Erciş’te ve Van’da arkadaşlarımız iyi durumdalar, eksiklikleri de elden geldiğince karşılanıyor. Tatvan’da kurulan lojistik merkezinden günlük ihtiyaçları karşılanıyor. Arkadaşlarımız bunları da organize ediyor. Afet bölgesinde sadece enkazda çalışmıyoruz, ekip olarak personelimizin rahatı da bizim asıl görevlerimiz arasında. Varlık sebebimiz Yapı Kredi Ailesi.

Bu enkazda çalışırken değişim yaptığımız bir sırada arkadaşlarımız iki ufak delikanlıyla karşılaşıyorlar, ellerinde biraz öteden, gezici aşevinden aldıkları ezogelin çorbaları, kocaman birer somun ekmek ellerinde, soğuktan kızarmış burunları ile dikiliyorlar bizimkilerin karşına… Soruyorlar “Aç mısınız” diye, “Çorbaları yeni aldık, siz sabahtan beri çalışıyorsunuz yemek yiyememişsinizdir. Çorbaları verelim size” deyip uzatıyorlar bize. Ufaklar çok ufak, ama gönülleri büyük. Onlar için orada olunduğunun farkındalar, soğuktan kıpkırmızı olmuş ellerinde tuttukları kocaman ekmeği gönülden uzatıyorlar. O an bir kez daha anlıyoruz ki doğru işler yapıyoruz. Ne yorgunluk, ne uykusuzluk hiç umurumuzda değil, bu kıpkırmızı burunlu büyük adamlar için devam, sonuna kadar…

Cuma günü erken saatlere kadar aynı enkazda çalışmaya devam ediyoruz, dönüşümlü olarak çalışıyoruz. Kulağımız gelen canlı çıkarılan kazazede haberleri gerçekten büyük mutluluk veriyor ve yorgunluğu silip atıyor. 14 günlük bir bebeğin çıkarıldığını duyduğumuzdaki sevincimizi anlatmam çok zor.

Enkazı tamamen kaldırdıktan sonra, ta ki temele kadar, Cuma günü gelen yeni görevle tam bu binanın karşısındaki binada görev alıyoruz. Burada ilk günlerde çok fazla grup çalışmasına rağmen, günler geçtikçe canlı çıkma umudu azaldığı için ekipler yavaş yavaş enkazdan çekilmişler. Son rötuşları, son aramaları yapıp alt katlara inme işi bize kalmış. Burada erken saatlerde başlıyoruz çalışmalara. Bugün Meksikalı bir ekip gelmiş enkazı geziyor. Yıkıntılara akıl sır erdiremiyorlar. Çünkü enkazlarda santim boşluk yok, sanki binalar betonarme değil, çamurdan yapılmış gibi. Cumartesi sabaha karşı saat 02.30’a kadar çalışıyoruz burada da. Bu saatten sonra Jandarma enkaz bölgesinden çekildiği için, güvenlik nedeniyle biz de geri dönüyoruz. Artık yeni görev verilmeyecek. Dönüş zamanı geliyor.

Cumartesi saat 11.00'de her şeyimizi toplayıp Erciş’ten hareketle Van’a geçip, akşam 19.00’da bize tahsis edilmiş olan uçakla İstanbul’a döneceğiz. Çekilip çadırlarımıza dinleniyoruz.

Cumartesi erkenden kalkıyoruz. Toparlanmak biraz uzun sürecek, hem toparlanmak, hem veda. Kampta bir haftadır herkesle kardeş gibi olduk. Bizde sürekli kaynayan çay ve sürekli yanan bidon sobamızla, Atatürk Parkı’nın merkezi olduk. Çay kahve sıcak su için gelenler, elektrik olmadığı telefonlarını şarj etmek için gelenlerle lojistik merkezimiz sürekli kalabalık. Vedalaşmak zor olacak. Çadırlarımızın içini toplayıp, koyuyoruz çantalarımıza, iki büyük çadırımızı bırakacağız burada çünkü gerçekten çadıra çok ihtiyaç var Erciş’ de. Parkta aşağıda kalan ailenin çadırında daha bir yaşını doldurmamış bebek var. Bezden çadırlarda günlerini geçirmeye çalışıyorlar. Biz hem, çadırlarımızı hem getirdiğimiz tüm battaniyeleri, elimizde olan tüplü soba ve palmiye ısıtıcıları da dağıtıyoruz herkese. Öyle çok seviniyorlar ki. Isınmak ve barınmak çok büyük problem. Siz giderseniz elsiz ayaksız kalacağız diyorlar. Gitmek istemesek de artık görev yok, görev yoksa güvenlik de yok. Dönmek zorundayız. En sonunda tüm ekipler ve halkla çekilecek fotoğraflarla ayrılık zamanı geliyor. En son otobüsümüz önünde çektiriyoruz resimleri ama defalarca deklanşöre basılıyor. Her seferinde biri katılıyor, tekrar tekrar aynı poz çekiliyor, herkes o karenin içinde olmak istiyor. Yardım edenler, yardım edilenler son bir kez de olsa anı sonsuzluğa taşımak istercesine kareye girmeye çalışıyor.

Saat 11.00 gibi otobüsümüze yerleşiyoruz. Araç yavaş yavaş hareket ediyor. Herkes el sallıyor yaşlı gözler ile. İçimiz buruk, tuhaf duygular, elimizden geleni yapmış olmanın mutluluğu, orada bıraktıklarımızın üzüntüsü, ailemize kavuşacak olmanın sevinci, karmakarışık duygularla düşüyoruz Van yoluna.

Van şubesine ulaşıp bizimle kalacak malzemelerimizi indiriyoruz. Otobüsümüz İstanbul’a doğru devam edecek, Koç Grubu tarafından, tüm Koç Grubu gönülleri için; Yapı Kredi, Arçelik, Tofaş, Koç Üniversitesi ve diğer grup dışı uçağa sığabilen herkes için ayarlanmış uçağımız akşamüstü, onu bekleyeceğiz.

Van’da zaman geçiriyoruz, bir haftadır su yüzü görmediğimizden kimimiz yıkanmak için, doğru düzgün bir yemek yemediğimizden kimimiz bir şeyler yemek için gruplar halinde dağılıyoruz. Ama çok vaktimiz yok havaalanına geçeceğiz.

Akşam saatlerinde havaalanına geçtiğimizde tüm arama kurtarma ekipleri orada, tanıdık yüzler her yerde. Ellerinden geleni yapmanın huzuruyla herkesin yüzünde hafif bir tebessüm. İşlemleri halledip uçağa geçtiğimizde, bizi geri getirecek uçak önünde de fotoğraflar çektirerek biniyoruz uçağa. Uçak havalandığında geride kalanlar için kalbimizden bir parçayı bırakıp burada, içimizdeki hafif sızıyla uçuyoruz İstanbul’a doğru. Kendine düşeni yapmanın mutluluğu ve gururuyla.

Her şeyin sonunda bildiğimiz bir tek şey var, eğer birileri, bir yerlerde, bize yardım için el uzatıyorsa, biz o yardım bekleyen eli sımsıkı tutabilmek için mutlaka orada olacağız…

Saygılarımla,

Yapı Kredi Arama Kurtarma Takımı Adına

Kadir Özkaya
Yazarı Tanıyalım Yazarın Tüm Yazıları Yazarın E-posta Adresi