Dağcılık Haber Arşivi

Kafkasların zirvesinde bir Yapı Kredili: Kadir Özkaya

Kafkaslar; bu topraklarda yaşayan herkes için, bir anlamı olan, geçmiş coğrafyamız...
Kafkasların zirvesinde bir Yapı Kredili: Kadir Özkaya
Kafkasların zirvesinde bir Yapı Kredili: Kadir Özkaya
Kafkasların zirvesinde bir Yapı Kredili: Kadir Özkaya
Kafkasların zirvesinde bir Yapı Kredili: Kadir Özkaya
Kafkasların zirvesinde bir Yapı Kredili: Kadir Özkaya
Kafkasların zirvesinde bir Yapı Kredili: Kadir Özkaya
Kafkasların zirvesinde bir Yapı Kredili: Kadir Özkaya
Kafkasların zirvesinde bir Yapı Kredili: Kadir Özkaya
Kafkasların zirvesinde bir Yapı Kredili: Kadir Özkaya
Kafkasların zirvesinde bir Yapı Kredili: Kadir Özkaya
Kafkasların zirvesinde bir Yapı Kredili: Kadir Özkaya
Kafkasların zirvesinde bir Yapı Kredili: Kadir Özkaya
Kafkasların zirvesinde bir Yapı Kredili: Kadir Özkaya
Kafkasların zirvesinde bir Yapı Kredili: Kadir Özkaya
Kafkasların zirvesinde bir Yapı Kredili: Kadir Özkaya
Kafkasların zirvesinde bir Yapı Kredili: Kadir Özkaya
Foto Galeri /

Hepimizin bir şekilde aidiyet hissettiği bir yeryüzü cenneti...


2014’te tam planlamış olsam da,  geçirdiğim bir sakatlık sonucu bu faaliyeti ertelemek zorunda kalmıştım.

4 sene evvel Kafkasların ikinci zirvesi olan Kazbek zirvesini yapmış ve çok zevk almıştım.

Bu sefer hedefim yıllardır hayalim olan 5640 metrelik Elbruz zirvesiydi. Kafkasların en yüksek zirvesi Elbruz,  Fiziki Avrupa’nın da en yükseği sayılıyor. Diğer  dağlar gibi  teknik bir dağ değil, ama yükselik ve uzun yürüyüş önemli faktörler. En önemli faktör ise meşhur soğuğu, bir çok yerde  soğuk yemiş bir insan olarak, bir yaz faaliyeti için gördüğüm en acı, en içe işleyen soğuk Elbruz’daydı. Tüm hücrelerinizde hissettiğiniz çok ama çok güzel bir soğuk...

Son yıllarda dağcılık sporu ve bu spora olan ilgi sürekli artıyor. Hedefler hep daha yükseğe çıkıyor. 7000 üzerine çıkan dağcı sayısı 20 yıl önce parmaklarımız kadarken, günümüzde bir çok dağ gönüllüsü bu  mertebeye ulaşıyor.

Eğer benim gibi kısıtlı zamanınız varsa, gerçekten uzun süreli planlar yapmanız yüksek hedefler koymanız  zor. Çünkü 7000 üstü bir dağ için, en az 25 günlük bir planlama gerekiyor. 10 gün izin çerçevesinde yapabileceğiniz zirveler, ziyaret edebileceğiniz dağlar belli. Yurtiçinde bir çok güzel dağlarımız ve zirvelerimiz mevcut. Ağrı, Kaçkarlar, Erciyes, Hasan Dağı, Toroslar Zirveleri,  Aladağlar gibi...

Yurt dışında da en yakınımızda, Alpler, İran’da  Demavend, Azerbaycan sınırında Alaarçalar ve vazgeçilmez Kafkaslar... Bu alternatifler içinden plan yapmanız ve 3000 ile 6000 metre arasında kalmanız gerekiyor. Daha yüksek ve zorlu dağlar için en az 4 haftayı gözden çıkarmak ve çok iyi bir hazırlık evresi geçirmeniz gerekiyor. En zoru da planınza uygun bir ekip bulabilmek...

Bu sefer macera 31 Temmuz gecesi Sabiha Gökçen’de başladı. Ekipte daha önce Ağrı’ya beraber trımandığım arkadaşlarım var. Yenilerle de tanışınca güzel bir ekip olacağını baştan gördük. 7 kişilik ekiple maceraya başladık.

Benim maceram daha havaalanı girişinde başladı. Kocaman iki çanta ile uçağa yetişmek için koştururken, ayağımdaki kocaman dağ ayakkabılarının ipleri birbirine takılınca, elde iki çantayla birlikte,  çizgi film karesinden fırlamışçasına zemine tam manasıyla yapıştım. İki dizime birden çok sert bir darbe aldım.  Ancak sıkıntılı bir durum yoktu. İyi yırttım diye düşünüyordum, ancak erkenmiş.
 
İlk hedefimiz olan Rusya’nın Minarlyn Vodi şehrine uçtuk. Buraya gece yarısı uçuş var, sabaha karşı gibi iniyorsunuz. Güzel bir yolculukla havaalanına indik. Havaalanı ilginçti. Bizim alışmış olduğumuz sıra düzeni burada yok. Eğer itiş kakışa alışkın değilseniz havaalanından çıkamayabilirsiniz. Biz bir şekilde bunu başardık. Biraz ufak sorgu sual, gülümsemeler ve şirinliklerle Rusya’ya girdik.
 
Yerel rehberimiz bizi karşıladı. Hızlıca çantalarımızı bizi Baksan bölgesine götürecek araca taşırken, benim ayakkabılarımın bağcıkları tarafımdan düzeltilmediği için, havaalanına girerken yaşadığım görüntüyü, tam simetrik olarak, Rusya’da havaalanından çıkarken de yaşamış oldum. Elimde iki çanta ve ben yerde kapak . Bu sefer çok sert olduğu için, artık dizimde nefis bir baştan çıkarıcı bir ağrım vardı.

Maceramız böyle başladı. Hava aydınlanırken Rusya’nın geniş ovalarını izlemek çok ilginçti. Önyargılar, kafamızda yarattığımız dünyalar, gerçeğini gördüğümüzde bazen yerle bir olabiliyor. Bu coğrafyada bu kadar büyük düzlükler olabileceği hiç aklıma gelmemişti.  Biz aracımızla Kafkaslar’a doğru ilerledik. 3 saatlik bir yolculuktan sonra Kafkaslar’ın içine Terskol köyüne ulaştık.

Kafkasların dillere desten bir güzelliği var. Anlatmak çok zor, ancak sizi sarıp sarmaladığında, içine girdiğinizde, çok daha yakından farkediyorsunuz. Kendine has iklimi, kültürü ve ihtişamlı dağları.  Herkesi etkileyeceği kesin...
 
Terskol bir kayak kasabasını andırıyor. Denizden 2000 metre yüksekte ve dört tarafı zirvelerle çevrili bir köy. Küçük, ama sadece oturup etrafa göz atsanız, dağları izleseniz, dağlardan akıp gelmiş buzullara dalsanız, hiç sıkılmadan günler geçirebilirsiniz. Biraz ziyaretçi çok. Ama yine de görece olarak sakin sayılabilir. En ilginç olanı bu yükseklikteki buzullar; sadece bu bile buraya gelmeye değer.

Otelimize yerleşip biraz dinlendikten sonra tüm gün serbestti. Hem ekiple kaynaşmak, hem yereli tanımak için faaliyet öncesi güzel bir gün oldu. Yediğim nefis Kafkas yemeklerini anlatsam mı, bilemiyorum...

Faaliyetin 3. gününde aklimatizasyon için küçük bir çıkış ve yükselme var. Cheget zirvesine (3000 metre) çıkıp iniyorsunuz. İsterseniz teleferikle yükselip, yüksekte  zaman geçirebilir  ya da daha iyi aklimitize olmak için yürüyerek yükselebilirsiniz. Gruplar genellikle güçlerini dağa sakladıkları için teleferikle yükseliyorlar. Tabii ki biz de öyle yaptık.

Buranın en güzel tarafı, dev Elbruz kütlesini buradan görmüş olmamız. İnsanda yarattığı ilk his, güç... O kadar büyük görünüyor ki sizi hemen içine alıyor. Tüm ekip dakikalarca sadece dağı izledi,  Elbruz’u.  Sessiz, hissederek, saygıyla. Heyecan, korku, neşe, yükselen adrenalin; ama hep devam etmeni söyleyen içindeki o ses. Tam bir patlama, insanın içindeki o korku hali, dağ ile o ilk  tanışma anında...  Elbruz’u iyice içimize sindirdikten sonra, yaşadığımız duygu fırtınalarını cebimize koyarak, aşağıya doğru inişe geçtik. Asıl faaliyet yarın başlıyor.

4. gün sabah kahvaltısının ardından buzullar diyarına yolculuk başlıyor. Hedef 3800’deki Barel Otel. Barel Otel dediğimiz bir ana kamp alanı. Eski devasa petrol tanklarından yapılmış çok kullanışlı konaklama alanları, dağ evi... Ama bu yükseklikte büyük nimet. Barel Otel ve çevresi gerçekten ilginç.  Görülmeye değer. Ancak Elbruz biraz fazla ticarileşmiş bir dağ. Tüm dünya dağcıları için bir buluşma noktası, kayak için çok elverişli bir yer. Bu yüzden teleferik inşaatları, tesisi, gelen ziyaretçilerin yarattığı kalabalık gerçekten çok.  Bareller seviyesine kadar da bu kalabalık ve şehir ortamı sizle geliyor.

Burada bir gece dinlendikten sonra ana kamp 4200.  Sabah kahvaltımızı yaptıktan sonra kampı buraya taşıyoruz. Bugün 4200’den 4700’e yükselip bir aklimizasyon tırmanışı da gerçekleştireceğiz. Pastukov kayalıkları, bu faaliyetin olmazsa olmazı. Buraya gelen her grup, aklimitizayon için bu kayalıklara yürüyor. Biz de hızlıca hazırlanıp yürüyüşümüze başladık.

Bugüne kadar hava hep bizle oldu. Biraz kapanıp biraz açtı. Ancak havanın bozulma ihtimali var. Kampta konuşulan iki üç gün fırtına olacağı ve biz son kamptayız. Pastukov kayalıklarına güzel bir havada karlar üstünde yormayacak bir tempoda ancak yorularak yükseldik.

Karlar üstünde bir 7 şeklini andıran kayalıklar... Burası da kalabalık sayılır. Faaliyete gelmiş herkes burada. Dağ gerçekten kalabalık.  Bugünün en önemli olayı ise, biz bir şeyler atıştırırken oldu. Kayalıklar üzerinde bir çok kişi olduğu için kopup gelen bir kaya parçası. Yukarıdan gelen seslerle uyanıp, yukarı bakınca gördük. Boyumuz kadar bir kaya, hızını almış başıboş dev bir teklerlek gibi bize doğru geliyor. Tam hedef noktası da, bizim bir şeyler yediğimiz bölge... Nasıl sağa ve sola kaçıştığımızı burada anlatabilmem, kelimelere dökebilmem oldukça zor. Ancak yaptığımız kaçış hamlesiyle kötü bir durumdan kurtulduğumuz doğru...

Kocaman kaya  zıplayarak dönerek 2 merte ötemden geçerken, çok normal bir şeymiş gibi ben hala sandviçimi kemiriyordum. Günün adrenalini de alıp, güzel abartılacak bir hikaye yakalamış olmanın gururuyla kampa döndük. Ancak hava kapadı. Biz bir şeyler yerken de çok ağır bir bulut indi ve kar-dolu karışımı bir şeyler yağmaya başladı. Hava şartları birdenbire Amerikan doğal afet filmi edasına büründü ki, bu dağın fırtınaları ve soğuğu meşhurdur.

Basık hava, yorgunluk, yüksek irtifa baş ağrısı yapmaya başladı. Hava bozunca moraller de bozuldu. 10 merte ötesi görünmüyor. Fırtına çok sert...  Bir yedek günümüz var.
 
Hava çok kötü... Başağrısı bir yandan, moraller yerlerde bir yandan uyumaktan başka yapacak bir şey yok... Saat 18.00 gibi çekildik istirahate... Gece havayı kontrol edeceğiz, eğer hava düzelirse bu gece zirveye hareket... Çünkü, sonrasında bir kaç gün hava müsaade etmeyecek.

Yarı uyku, yarı uyanık gece yarısına ulaştığımızda,  Ercan, toparlanmamız gerektiğini söyledi. Havada fırtına gürültüsü kesilmişti. Kafamı dışarı çıkardığımda gökyüzündeki binlerce yıldızı gördüğüm an, zirve yolculuğunun heyecanı, korkusu içime dolmaya başlamıştı. Hemen hazırlıklara başladık.

Ufak bir kahvaltı sonrası zirve şartlarında hazırlanıp, bizi Pastukov kayalıklarına çıkartacak kar aracını beklemeye başaldık. Saat 02:00 gibi Pastukov kayalıklarındaydık.

Tepe lambalarımız, kat kat giysilerimiz, ayakta kocaman plastik ayakkabılar, çok konforlu bir durumda faaliyetimize başladık. Gece karanlıkta yürümek her zaman iyidir. Kış şartlarında zemin sert olur ve olası çığ ve kaymaları engeller. Ayrıca,  karanlık yükseltiyi saklar, uzaklığı saklar; ne kadar yükselip yürüdüğünüzü anlamaz, psikolojik olarak ortama daha kolay alışabilirsiniz. Ancak burası Elbruz ve sert rüzgar sizin hiç bir şey düşünmenize izin vermez.

Biz erken çıktığımız için önümüzde sadece bir grup var. Ancak aşağıya baktığımızda peşimizden gelen ekipler çok kalabalık. Havayı yakalayınca tüm ekipler zirve heyecanıyla yola koyulmuş.

Çok uzun, çok sert bir yürüyüşle 5300 Saadle geçisine ulaştık. Burada herkes dinleniyor. Kusanlar, faaliyeti bırakıp dönenler, yorgunluktan yıkılanlar, genelde bu bölgede...

Dağın çok tuhaf bir havası var gerçekten, çok sert. Hiç bu kadar üşüdüğümü hatırlamıyorum. Buradan sonra sert bir yükseliş var. Tam her şeyin bittiği noktada, çok sert bir engel. Enerjim var mı yok mu o an bilmiyorum. Ancak, zirveyi görme iç güdüsü, devam etmemi söylüyor.

Zirveye doğru yükselirken burada bir süre sabit hat var ve oraya girip yürüyorsunuz.
O kadar çok yorgunluk var ki, karabinanızı açıp hatta takacak gücünüzün kalmadığını orada anlıyorsunuz. Ancak, devam etmek gerekli; 4’te 3’ü bitti.

Yükselip yan kesip hattı geçtiğinizde ufak bir yükselti kalıyor, orayı da aştığınızda kocaman bir platoya çıkıyorsunuz. İleride  zirve sizi bekliyor. Platonun ucunda Kafkasların en yüksek noktası...

Son bir enerji ile oraya ulaşmak bile bir 1 saat sürüyor. Bir adımlık yol.  20 cm’lik adımlarla zirveye yürümek gerçekten uzun sürüyor. Plato kalabalık, zirve kalabalık.. Bir köy kadar insan burada; bu dağ gerçekten çok kalabalık...

Son enerjimizle de zirveye ulaştığımızda, tüm duygularınız da zirveye ulaşıyor. Kendinle mücadelende yeni bir noktaya daha geldiğin ve sımsıkı tuttuğun sinirlerin boşaldığı için, gözünden yaşlar akmaya başlıyor.

Zirve duygusu çok değişik... Bu acıya, eziyete neden katlanıyorum, ne işim var benim burada diye soruyorsun kendine, her zaman...

Zirvedeyiz... Burası Kafkaslar’ın en kuzeyi... Kuzeye baktığımızda artık çok fazla yükselti yok... Ama arkamıza baktığımızda, Kafkaslar’ın zirveleri muhteşem görünüyor. Hızlıca fotoğraflarımızı çekip dönüşe geçiyoruz. Tükenmiş enerjimizle asıl mesele dönüş. Neyse ki büyük sıkıntı yaşamadan kampa dönüyoruz.

Bu tip faaliyetlerin en güzel anı, zirveyi yapıp kampa dönmek. Orada yaşadığınız keyfi başka bir yerde alabilir misiniz, bilmiyorum. Ancak tanımlama yapmak çok zor. Ama büyük keyif...

Bir faaliyeti daha kazasız belasız atlatmış olmak, kendinle kavganda bir adım daha yukarı gitmiş olmak. İçindeki, “yeter, dön” ile “hayır, yapabilirsin” kavgasından, pes etmeden çıkmış, sınırlarını zorlamış olmak... Ruhunu biraz daha eğitmiş, egonu biraz daha tatmin edip sakinleştirmiş olmanın verdiği bir keyifle bitiyor bu tarz faaliyetler...
 
Bu faaliyette beni destekleyen Yapı Kredinin bayrağını zirvede açmış olmak ayrı bir gurur. Her faaliyetimde, zirvede bu bayrağı açmaya devam edeceğim. Bence  aidiyet ve temsil duygusu motivasyonun güçlü olması için olmazsa olmaz bir şart.

Bu gezi ile ilgili kısa notlarım arasında yemeklerin güzelliği konusu ayrıca önemli. Terskol’da kaldığımız otelin bizim 4-5 yıldızlı dağ otelleriyle hiiiç alakası yoktu. Ancak yediğimiz yemekler 7 yıldız seviyesindeydi. Hem çok lezzetli, hem bizim için yeni deneyimler. Artık her bölgeye uçuş var. Bu bölgelere de ulaşmak çok kolay...
 
Bu arada, dizimdeki ağrı öylece kaldı... Hiç bahsetmedin diyorsanız, o da benimle faaliyet boyunca geldi.  Ama hedefiniz varsa, böyle şeylerin çok da önemi kalmıyor. Adrenalin her şeye ilaç...

Faaliyetten arkadaşlarım, Ercan, Berrin, Murat, Abdullah, Gültekin, Zafer; hepsine teşekkürler... Bu faaliyeti hem kolay, hem eğlenceli hale getirebildiğimiz için...

Tüm gezginlerle, bir gün bir yerde buluşabilmek dileğiyle...


YAPI KREDİ SPOR KULÜBÜ

Tüm Haber Arşivi