Yazarlar Bora Büke

Bora BÜKE’nin kaleminden...

Dansa davet…
Foto Galeri /

Seyrettiğim en güzel sinema filmlerinden biriydi. “Shall we dance”dı orijinal adı. Türkiye’deki gösterimlerinde “Aşka davet” diye çevrilmişti. Richard Gere, Jennifer Lopez ve Susan Sarandon oynuyorlardı filmde.

John (Richard Gere) ve Beverly (Susan Sarandon) orta yaşlarını süren evli bir çifttir. Her ikisi de yetişkin, bir kız bir de erkek olmak üzere iki çocukları vardır. Güzel sayılabilecek bir hayata sahiptirler. Ama evlilikleri yıllar içinde oldukça monotonlaşmıştır. Ailenin her bireyi diğerlerinden bağımsız, kendi özelinde kendine ayrı bir dünya kurmuştur.

Avukat olan John, tekdüze olarak her gün metroyla evinden işine, işinden de evine giderken yolunun üzerinde bir Dans Okulu görür günün birinde... O okulun penceresinde de hüzünlü bir şekilde uzaklara bakan bir kadın… Ertesi akşam aynı kadın yine aynı bakışlarla aynı pencerededir. Üçüncü akşamda da…

Kadından ve tıpkı kendisinin hissettiği gibi, onun hüzünle uzaklara bakışından etkilenen adam, Dans Okulu’na yakın bir durakta metrodan iner ve o okula kaydını yaptırır. Hayatında hiç dans etmemiştir aslında… Birbirinden tamamen farklı karakterlerde iki erkek ve bir de kadın vardır onunla aynı seanslara kayıt yaptıran.

Dans aracılığıyla hayatı yakalamaya ve ona tutunmaya çalışan insanların hikayesi anlatılır film süresince… Pencereden bakan kadın olan Paulina (Jennifer Lopez), sevgilisi tarafından terkedilmiş, çocukluğundan beri hayatı dans olan, kendini tamamen dansa adamış ve adeta dans için yaratılmış bir kadındır. O Dans Okulu’nun öğretmenidir. Filmin sonraki bölümlerinde John ve Paulina arasında duygusal bir ilişki de başlar. Platonik bir ilişkidir bu…

Valsten rumbaya, Latin dansından tangoya varıncaya kadar her türden dans öğretilir bu okulda. Katılımcılara, dansın, öncelikle dans edenin duygularında başladığı söylenir. İlerleyen dakikalarda, kursiyerlerle birlikte, dans öğretmeni Paulina ve okulun sahibesi olan yaşlı ve mutsuz kadın arasında müthiş bir dayanışmaya şahit olur filmi seyredenler.

Mutluluk sarıp sarmalamıştır hepsini… Ne de olsa, mutluluk, diğer insanların mutluluğunu da tetikler. Tıpkı, mutsuzluğun da diğerlerinin mutsuzluğunu tetiklediği gibi… Mutluluk ve mutsuzluk bulaşıcıdır çünkü… Fakat adamın bu mutluluk sarhoşluğu, kendini işine ve alışverişe adamış olan karısının dikkatinden kaçmaz. Nedenini öğrenmek ister bunun. Bir dedektif tutar. Ve kocasının Dans Okulu macerasını öğrenir.

Chicago’da yapılan bir dans yarışması ve sonrasında genç ve güzel dans öğretmeninin ABD’den İngiltere’ye gideceğini açıklamasıyla finale yaklaşan film, çoğu Hollywood filminde olduğu gibi mutlu sonla biter. Paulina, kendini yeniden dansa, diğer bir ifadeyle de hayata bağlayan John’a sevgiyle birlikte şükran da duymaktadır.

O kadar çok şeye sahipken, daha da mutlu olmaya çalışmaktan utandığını söyleyen John da, karısıyla arasındaki ilişkileri dansın tılsımıyla monotonluktan kurtarmış, hatta kızının da üstelemesiyle karısına dans öğretmeye de başlamıştır. Özetle dans, hepsinin hayatına mucizevi dokunuşlar yaparak, onların yaşamlarını hem renklendirmiş ve hem de olumlu anlamda kaderlerini yeniden şekillendirmiştir.

Yapı Kredi Spor Kulübü Derneği bünyesinde faaliyet gösteren Sosyal Aktiviteler Şubesi’ne müracaat ederek Dans Stüdyosu kurmak istediklerini söyleyen bir avuç genç arkadaşımız (Billur İşcan, Zehra Doğar, Aysel Özer, Leda Aslanbaş, İlker Bıyık) kapımızı çaldıklarında, dansın insan hayatı üzerindeki etkilerini çarpıcı bir biçimde anlatan bu filmi hatırladım nedense… Sizlerle de paylaşmak istedim hatırımda kalanları…

Arkadaşlarımız ekip ruhuyla kolları sıvayıp hemen çalışmalara başladılar. www.yksk.org.tr adresinden yayın yapan web sitemize bununla ilgili bir anket de koyduk ve oldukça yoğun bir tıklanma sayısıyla karşılaştık. Anketten çıkan sonuçlar, Latin dansları, tango ve sirtaki’ye ilginin fazla olduğu şeklindeydi. Bu sonuç pek de şaşırtmadı bizleri… Doğal karşıladık.

Kökenine indiğinizde, nasıl ki her geleneksel müziğin altında belli bir birikim yatıyorsa, uzun yıllardır tarih sahnesinde olan bu tarz dansların da altında belli bir birikim yatar. Her dansın kendine özgü bir anlatımı, felsefesi ve ayrı bir tarihsel gelişimi vardır.

Mesela, Latin dansları denince, aklımıza hemen, başta Küba olmak üzere Orta ve Güney Amerika’nın o kendine has kıpır kıpır müziğiyle birlikte sergilenen ritmik hareketler gelir. Bu müzik ve dans sayesinde, oralara gidemesek dahi, ya Küba’nın Havana kumsallarında ya da her sene Brezilya’nın Rio karnavallarında büyüleyici bir şekilde kıvrak vücutlarıyla dans edenlerin yanında buluveririz kendimizi…

Tango da, önce Arjantin’i, hemen ardından da Uruguay’ı çağrıştırır, müziğini dinleyene ya da dansını izleyene… Arjantin’in başkenti Buenos Aires ve Uruguay’ın başkenti Montevideo vatanıdır tangonun. Ki bu iki şehir, Güney Amerika’nın Atlas Okyanusu kıyısındaki bir körfezinde karşılıklı olarak göz kırparlar birbirlerine… Tango, 20. yüzyılın başlarında bu şehirlerin arka sokaklarında doğmuş ve sonrasında ruhunda barındırdığı “tutku” sayesinde tüm dünyayı hiç de zorlanmadan esir alıvermiştir.

“Tango” ve “tutku” kelimelerinin genellikle yan yana kullanılması da boşuna değildir. “Aşka davet” filminde, Paulina, John’a verdiği ilk tango dersine başlamadan evvel ona şöyle der: “Hissetmeden sakın hareket etme!” Bilir ki, tango yapan bir insanın öncelikle o dansı bütün benliğiyle hissetmesi gerekmektedir. İki ayrı vücut tutkuyla ancak o şekilde tek vücut olabilir tangoda…

Ya sirtaki… Ege’nin karşı kıyısından tatlı bir meltemle bizim yakaya gelen bu hüzünlü, çaresiz, sarhoş; ama bir o kadar da umut dolu, güler yüzlü; coşkuyu ve özgürlüğü iliklerine kadar hisseden ve de hissettiren o müziği ve biraz da bizim zeybek oyunumuzu andıran o dansı kim es geçebilir ki? Hele ki, Nikos Kazancakis tarafından kaleme alınan Zorba adlı o muhteşem romanın film uyarlamasında, Aleksi Zorba karakterini canlandıran Anthony Quinn’in filmin sonunda Mikis Theodorakis’in müziği eşliğinde sahnelediği o olağanüstü sirtaki performansı hafızanıza kazınmışsa…

Sirtaki’nin müziği bir nebze de olsa, mübadil olarak Anadolu’dan Yunanistan’a göç etmek zorunda kalan Rumların orada oluşturdukları kendine has bir müzik türü olan rembetiko kokar. Hüzün vardır bu müzikte, gurbet vardır, acı vardır. Sirtaki’yi rembetiko’dan ayıran en önemli özellikse, rembetiko’da olmayıp da sirtaki’nin ruhunda barındırıp müziğin ortalarına doğru açığa çıkardığı ve dansın ana omurgası olarak özgürlük yörüngesine oturttuğu umut ve coşkudur belki de…

Özetle, rahatlıkla diyebiliriz ki; salsa ve cha-cha gibi Latin dansları ritmin, tango tutkunun dansıysa, hiç şüphesiz ki sirtaki de özgürlüğün dansıdır. Dans Stüdyomuz, sizleri, sadece dansa davet etmiyor… Aynı zamanda; ritmin büyüsüne, tutkunun cazibesine ve özgürlüğün karmaşık labirentlerinde yolunuzu ve kendinizi bulmaya davet ediyor.

Yakında, gerek Yapı Kredi Plaza’ların, gerek Gebze Bankacılık Üssü’nün; gerekse Çamlıca İş Merkezi’nin; ileride de hem İstanbul hem de başka illerimizdeki binalarımızın mermer zeminle kaplı koridorlarında topuk sesleriyle ritmik ve melodik sesler çıkartan ve bu sayede her daim genç kalmayı başarabilen arkadaşlarımıza rastladığınızda, ruhunuzun kapılarını ardına kadar açık bırakın ki, o ahenkli sesler sizlerin de ruhlarının içine sızıp orada kök salarak, onların daima genç kalabilmesine katkıda bulunabilsin…

Bora BÜKE
Yapı Kredi Spor Kulübü Derneği
Sosyal Aktiviteler Yöneticisi ve Web Sitesi Editörü

Yazarı Tanıyalım Yazarın Tüm Yazıları Yazarın E-posta Adresi