Yazarlar Bora Büke

Bora BÜKE’nin kaleminden...

Kartalkaya’ya Doğru…
Foto Galeri /

Gecenin doğacak güne gebe olduğu o büyülü saatlerde çıkıyoruz yola… Henüz şafak sökmemiş. Saat sabahın 6:15’i… Yapı Kredi Bağlarbaşı Korusu’nun hemen önünde park etmiş halde bulunan iki otobüs, Yapı Kredi ailesi mensuplarından oluşan yolcularını aldıktan sonra yavaş yavaş hareket ediyor. İstikamet Kartalkaya…

Yapı Kredi Spor Kulübü Derneği Kayak Şubesi tarafından organize edilen ve Bolu/Kartalkaya’da yapılacak Kayak Şenliği için İstanbul ve Ankara olmak üzere bizimle birlikte yaklaşık 150’ye yakın kişi aynı heyecanı taşıyor şu an.

İstanbul’dan sabah iki otobüs, akşam da bir küçük otobüs kalkacak. Ankara’dan ise, sabah bizimle hemen hemen aynı saatlerde bir küçük otobüs çıkıyor yola... Ayrıca, özel arabalarıyla gelecek arkadaşlarımız da var. Hepimiz Kartalkaya’da buluşacağız.

Sabah yolcularını alan iki otobüs, İstanbul’dan çıkıp İzmit’i de geride bırakmasından sonra, nezih bir yol kenarı tesisi olan Berceste’de verilen kısa bir kahvaltı molasının ardından tekrar yola koyuluyor.

Bolu il sınırı tabelasını geçtikten az sonra Bolu tüneli karşılıyor bizleri… Tünel girişinde, sanki Kartalkaya’ya “hoş geldiniz” dercesine karın ilk izlerine rastlıyoruz. Tünelin üst tarafı, sağı, solu hep bembeyaz karlarla kaplı…

Tünelden çıktıktan sonra da, kışın o beyaz süsü yer yer bize eşlik etmeye devam ediyor yol boyunca... Ama bunlar diz boyu kar değil. Bazı yerlerde karın arasından yeşillikler de görülüyor.

Kartalkaya içinse rivayet muhtelif… Yeteri kadar kar olmadığından tutun da, karın 60-70 santim olduğuna dair çeşitli konuşmalar yapılıyor yolcular arasında…

Şafağın söküp günün aydınlanmasıyla birlikte tatlı bir güneş beliriyor tepemizde… Hafiften sis de bastırıyor. “Bolu (Batı)” tabelasını görünce otobandan ayrılıp E-5’e giriyoruz.

Etrafımızdaki karın miktarında gözle görülür bir artış başlıyor. Otobüsteki küçük çocuklar sevinçli. Ocak ayı başlarında olmamıza rağmen İstanbul’da henüz göremedikleri karı buralarda görebildikleri için…

Güneş parıltısını iyiden iyiye artırıyor. Zirvelerde öbek öbek birikmiş kar görüntüleri süslüyor manzaramızı… Doğanın o sihirli ve maharetli eli, fırçasını alıp tuvaline seyrine doyum olmayan tablolar resmetmiş sanki, bakmasını ve görmesini bilen gözler için…

Az sonra karşımıza çıkan “Kartalkaya 18 Km” tabelasından sağa dönüyoruz. Sis kendini artık daha fazla hissettirmeye başlıyor. Aklıma bir arkadaşımın yaptığı sisle ilgili “Tanrıça” benzetmesi geliyor.

Bir keresinde otomobilleriyle Bolu Dağı’na tırmanırlarken müthiş bir sisin içinde kalmışlar. Bir müddet sonra da sisin ağır ağır dağılmasına tanık olmuşlar. Bu görüntü karşısında “Galiba Tanrıça eteklerini topluyor…” demiş içlerinden biri… Hoşuma gitmişti bu benzetme…

Yol gitgide dikleşiyor. Virajlı, dar ve dik yokuşlardan Kartalkaya’nın zirvesine tırmanmaya başlıyoruz. Az sonra tıpkı bir mucize gibi, bir yayla çıkıyor karşımıza. Upuzun uzanan dümdüz bir yol var önümüzde… Ve huzur ve sessizlik ve dinginlik…

Sarıalan Yaylası dedikleri yer burası olsa gerek... Bahar aylarında bölgeyi kaplayan sarı çiçeklerden dolayı bu adı vermişler bu yaylaya… Oysa şimdi kar bir çarşaf gibi örtmüş Sarıalan Yaylası’nın her tarafını… Ahşaptan yapılmış güzel dağ evleri var yamaçlarda…

Sis burada ansızın kayboldu. Güneş, ışınlarıyla her yeri aydınlatıyor. Dışarıda berrak bir hava var. Ve pırıl pırıl… Aklıma yeniden arkadaşımın “Tanrıça” benzetmesi geliyor. “Galiba” diyorum içimden “Tanrıça eteklerini topladı, üzerindekileri çıkartıp geceliğini giydi ve Sarıalan Yaylası’nda usulca yatağına girip huzur içinde derin bir uykuya daldı…”

Yaylanın sona ermesinden sonra tekrar dikleşiyor yolumuz. Yer yer kardan yol görünmez oluyor neredeyse. Kalınlığı da iyice artıyor artık. Gittikçe azalıyor süratimiz... Otobüsümüzün tekerleklerinde zincir de yok. Şoförümüzün söylediğine göre kar lastikleri olduğu için zincire gerek yokmuş.

Zaman zaman öyle yerlerden geçiyoruz ki yan taraflarda dibi görünmeyen uçurumlar var. Ürkütüyor bakarken… Yolun uçuruma yakın kenarlarını çelik bariyerler koruyor.

Yolda ilerlerken tek tük karşılaştığımız araçlar dar geçitlerde otobüsümüze yol vermek için yolun yanlarında durup geçmemizi bekliyorlar. Galiba böylesi zorlu coğrafyalarda yardımlaşma hisleri daha da bir artıyor insanların…

Yeni bir yol kenarı tabelasıyla karşılaşıyoruz. Kartalkaya’ya 9 kilometremiz kaldığını söylüyor tabela. Kar artık her yanımızı kaplamış vaziyette. Çevrede uzun gövdeli çam ağaçları var. Boyları da bir hayli yüksek. Güneş ışınlarının karla teması sonucu etrafa yayılan kristale benzer parçacıklar yansıyor gözlerimize otobüsün camlarından…

Yol kenarlarında, zincirsiz araçlara zincir satan ya da kiralayan kişilerin barındığı barakalar çıkıyor önümüze… Bunlardan bir hayli var. Zirveye yaklaştıkça sayıları daha da artıyor. Her barakadan bir de baca çıkartmışlar. İçerinin sıcaklığını betimleyen dumanlar tütüyor bu bacalardan…

Genellikle çevre köylerde yaşayan yöre halkı var bu barakaların içlerinde. Bunlar yolda kalmış araçlara yardım da ediyorlar. Elbette, belli bir ücret karşılığında… Anlayacağınız, doğa koşulları Kartalkaya’nın zirvelerinde kendine özgü bir sektör yaratmış…

Derken ilk telesiyej’le karşılaşıyoruz. Bir iki dakika sonra da Kartalkaya otellerinin bulunduğu merkezdeyiz şimdi. Yaklaşık dört buçuk saat evvel beraber yola çıktığımız ve hep arkalı önlü gittiğimiz diğer otobüs de arkamızda hemen…

Şu an yerden tam 1800 metre yükseklikteyiz. Muhteşem bir manzara… Uzaklarda karlarla kaplı pistler görünüyor. Ve o pistlerde kayanlar… Etraf bembeyaz… 400 metre civarında olan pistlerin yüksekliğini de ekleyince Kartalkaya’nın zirvesi 2200 metreye çıkıyor.

Kartalkaya’nın, adını, sadece kartalların barınabileceği bir yer olmasından aldığı söylenir. Vaktiyle katırlarla dahi çıkılamazmış buralara… Biz şimdilerde motorlu araçlarla çıkabildiğimiz için oldukça şanslı sayılırız… Bu zirvede Yapı Kredi Spor Kulübü Derneği’mizin bayrağını dalgalandırıyor olmak da bizlere ayrı bir kıvanç kaynağı olacak...

Yukarıda, Yapı Kredi Spor Kulübü Derneği olarak, Kartalkaya’da yaşadığımız o muhteşem üç günden ziyade, Kartalkaya’ya yaptığımız yolculuk esnasındaki izlenimlerimi ve aldığım keyfi paylaştım sizlerle… Dilerim, yazıyı okurken aynı keyfi sizler de almış olursunuz…

Kimi zaman yolun tılsımı alır götürür sizi… İçine çeker adeta… Yol ve yolcu bütünleşir, varacağı yerden ziyade gittiği yola odaklanır yolcu. Araç, amacın önüne geçer bazen. Fakat, yolu boşlayıp sadece gittiği yer, varacağı hedef olursa aklında ve yolun güzelliklerini ve bilinmezliklerinin getirdiği gizi umursamadan, alıcıları kapalı halde geçerse tüm yolculuğu, çoğu kez çok şey gözünden kaçar yolcunun...

Hayat da öyle değil midir? Kendinize belli amaçlar doğrultusunda belli hedefler koyarsınız. Kilitlenirsiniz o hedefe… Bütün varlığınızı o hedefi gerçekleştirmeye hasredersiniz. Gününüz, geceniz o hedef olur. Ve ona varmak için çalışıp çabalarken, çoğu zaman erteler, ıskalarsınız hayatı…

Şanslıysanız eğer, o hedefe varırsınız da sonunda. Kazandım, dersiniz. Oysa kaybettiğiniz, o hedefe varmak için harcamış olduğunuz zamandır. Telafisi asla mümkün olmayan zaman… En kıymetli hazinemiz…

Sanırım, dünyanın en şanslı insanları, hayatın öngörülmemiş güzergahlarında yol alırken, her bir adımını önceden milim milim planlamış oldukları belli hedeflere kilitlemişken dahi kendilerini, o hedefleri gerçekleştirmeye yönelik harcadıkları zamanı dolu dolu yaşayan ve her bir dakikasını keyif içinde sindire sindire, damıta damıta tüketen insanlardır.

Nihayetinde, “Başlayan her şey biter…” demiş Romalı filozof Seneca ve noktayı koymuş… Bu pencereden bakıldığında, yol ve hedef, tıpkı hayata benzerler… Bir bakmışsınız, hiç de ummadığınız bir anda, yol ve hedef gibi, birdenbire hayat da bitivermiş...

Bora BÜKE
Yapı Kredi Spor Kulübü Derneği
Sosyal Aktiviteler Yöneticisi ve Web Sitesi Editörü

Yazarı Tanıyalım Yazarın Tüm Yazıları Yazarın E-posta Adresi